Mucizeyi Kadınlar Yaratır. Ama Nasıl?
Mucizeyi Kadınlar Yaratır (I Don’t Know How She Does It) en sevdiğim filmlerden.
Kate, New York’da yaşayan, yoğun iş saatleri ve seyahatleri olan 2 çocuklu bir anne. Mutlu bir evliliği var. İşini de çok seviyor ve çok başarılı.
Gel gelelim tahmin edeceğiniz üzere iş hayatını, evini, çocuklarını ve evliliğini dengelemekte oldukça sıkıntı çekiyor, suçluluk duygusu ve yorgunluk hat safhada, taa ki 3 şeyi fark edene kadar:
1. Mükemmel hayat için herşeyin mükemmel olması gerekmiyor
Kate, gece yarısını geçmiş bir saatte yorgun argın iş seyahatinden eve dönerken takside, ertesi gün oğlunun yuvasına götürmek için turta, kek tarzı birşeyler yapması gerektiğini hatırlıyor.
O saatte açık bir market bulup hazır bir turta ve cam bir tabak alıyor. Sonra evde hazır yapılmış turtayı cam tabağa alıp, oklava ile tabağa yayıp, üzerine de pudra şekeri serperek sanki evde kendi yapmış görüntüsü veriyor.
Neden?
Çünkü diğer birçok annenin ev yapımı yiyecekler getireceğini ve eğer oğlu dışarıdan satın aldığı bir yiyecek ile okula giderse, utanacağı ve kendini kötü hissedeceğini düşünüyor, suçluluk duyuyor.
Duygusal olarak “başkaları ne düşünür” baskısı altında, ve de tabii ki oğlunu mutlu etme çabasında.
Çevre baskısı ile aklında mükemmel annelik, illa her koşulda ve her zaman ev yapımı yiyecek ile eşleşmiş.
Yanlış anlamayın, ev yapımı yiyeceği kim tercih etmez ki, tabii ki yapılabiliyorsa ideal. Ama bu demek değil ki, güvenilir bir yerden alacağımız bir keki çocuğumuzun okuluna göndermek bizi dünyanın en kötü annesi yapar.
Kate, ertesi gün içten içe kendini suçlu hissederek ve yüzü kızararak sahte ev yapımı turtasını okula götürüyor.
Ama filmin sonunda farkediyor ki mükemmel hayat illa ev yapımı turta yaparak değil, çocuklarıyla ve eşiyle, daha fazla zaman geçirerek ve onlarla kıymetli anılar yaratarak, özel anları paylaşarak yaşanıyor.
Yani mükemmellik tanımını kendisi için baştan yaratınca mükemmel bir hayat için, illa herşeyin mükemmel olması gerekmediğini öğreniyor.
2. Herşeyi kendimiz yapmaya çalışmazsak, herşeye sahip olabiliriz
Hani havaya bir sürü top atıp sonra hiçbirini düşürmeden yakalayan jonglörler vardır. Meğersem bu işteki marifet, yani tüm topları düşürmeden yakalamanın sırrı, topu tutma değil, topu atma bölümündeymiş.
İşte biz annelerin de elimizden mümkün olduğunca çok top atmamız gerekiyor ki, boş kalan ellerimizle kahvemizi, kitabımızı alıp ayaklarımızı uzatalım, çocuklarımıza daha çok sarılalım, eşimizle el ele tutaşalım, yani bizim için, huzurumuz ve mutluluğumuz için gerçekten en önemli olan şeylere daha çok zamanımız ve enerjimiz kalsın.
Top atmak ne demek?
Daha çok delegasyon demek, herşeyi kendimiz yapmaya çalışmak yerine, ev işleri, iş işleri, günlük rutin hayat işlerini mümkün olduğunca çok başkalarına aktarmak demek. Hayatımızı mümkün olduğunca kolaylaştırmak demek.
Hizmet ve teknoloji çağında yaşıyoruz, hiçbir bahanemiz yok.
Market, eczane, kuru temizlemeci, pastane, kırtasiye herkes ama herkes artık kapımıza geliyor, bir tıkla veya telefonla.
O kadar çok işi artık evimizden bile çıkmadan halletme imkanımız var ki, bir sürü topu bu şekilde kolaylıkla elimizden çıkarmamız mümkün.
Top atmanın bir diğer bölümü de eşimiz, yardımcımız, ailemiz, arkadaşlarımızdan daha çok destek istemek.
Evet bu işleri aktardığımız kişiler belki o işi bizim beğendiğimiz şekilde yapamayacak, ama varsın öyle olsun, çok çok önemli bir durum olmadığı sürece ne olur ki.
Herzaman, herşeyin bizim istediğimiz gibi olması için, bizi tatmin edecek şekilde olması için, herşeyi kendimiz yaptığımız sürece, ellerimiz hep dolu kalacak ve havada sayıları gitgide artan toplar büyüyerek hem kendi kafamıza, hem de sevdiklerimizin kafalarına düşmeye ve can acıtmaya devam edecekler.
Maalesef elimizdeki topları atmaya çalışmak zayıflık, becerisizlik ve tembellik gibi algılanıyor.
Sanki ne kadar meşgulüz, koşturuyoruz, yoruluyoruz, perişanız o kadar takdir görüyoruz.
Peki ama gerçekten mutlu muyuz? Bu halimizle etrafımızı ne kadar mutlu edebiliyoruz?
Anneler olarak bizler zamansızlıktan ve yorgunluktan şikayet ediyoruz ama aslında içten içe farkında olmadan bundan tatmin alıyoruz, toplarımıza sıkı sıkı yapışıyoruz, bırakmak istemiyoruz.
Yoksa istedikten sonra özellikle biz anneler çok yaratıcı insanlarız, elbet isteyince kendimize ve sevdiklerimize daha çok zaman ayıracak birçok yol bulabiliriz.
Ama ilk adım gerçekten istemek, gerisi gelir.
Bu konuda daha önce yazdığım İşimizi Kolaylaştırmak Zorumuza mı Gidiyor? yazım da ilginizi çekebilir.
3. Başkalarına “hayır” diyerek, kendimize ve ailemize “evet” diyebiliriz
Gerçekçi olalım. Zamanımız ve enerjimiz sınırsız değil.
Bu zamanı ve enerjiyi kullanırken seçimlerimizi, yani nelere ve kimlere evet veya hayır diyeceğimizi dikkatli seçmemiz gerekiyor.
Ve de ne kadar zor olsa da, bazı insanları hayal kırıklığına uğratmamız gerekiyor. Herkesin her talebine, isteğine, önerisine sırf “ayıp olmasın, kırılmasın, gücenmesin” diye evet diyor olduğumuz noktada artık başkalarının hayatını yaşamaya başlıyoruz, geriye bizden birşey kalmıyor, ne kendimize, ne de sevdiklerimize, tükeniyoruz.
Halbuki önceliklerimiz net olduğu zaman, hayır demek daha kolay.
Eğer önceliğimiz sağlığımız, huzurumuz, kendimize, sevdiklerimize ve sevdiğimiz projelere zaman ayırmak ise bunların dışında kalan birçok şeye hayır demek gerekiyor. Kendimizi, eşimizi ve çocuklarımızı hayal kırıklığına uğratmak, ihmal etmek yerine, başkalarını hayal kırıklığına uğratmak gerekiyor.
Bunu özellikle isteyerek yapmaktan bahsetmiyorum elbette, hayatın gerçeği bu, enerjimiz ve zamanımız sınırsız değil, bazı seçimler yapmaya mecburuz hergün.
İşte hergün yaptığımız bu küçük küçük seçimler zaten toplam hayat kalitemizi ve sevdiklerimizle olan ilişkimizin kalitesini belirliyor.
Sonuç
Filme dönersek, Kate çocuklarıyla ve eşiyle ilişkisinin zarar görmeye başladığı noktada tüm bunların farkına varıp, önceliklerini gözden geçiriyor ve hayatına çeki düzen veriyor.
Elbette diyeceksiniz ki, film bu, gerçek hayatta her zaman böyle olmuyor. Benim inancım bunun gerçekten bize ve bunu ne kadar istediğimize bağlı olduğu.
Eşimizle sinemaya gidecek vaktimiz olmadığından, çocuğumuzla yeterince zaman geçiremediğimizden, şöyle bir ayaklarımızı uzatıp kitabımızı okuyamadığımızdan, ne kadar yorgun olduğumuzdan şikayet edip; hala “sebze, meyvemi gidip kendi ellerimle seçmezsem içim rahat etmiyor, yoğurdumu mutlaka evde kendim yapmam lazım veya şu kişinin davetine gitmezsem ayıp olur” diyorsak, o zaman önceliklerimizi ve seçimlerimizi belki tekrar gözden geçirmek iyi bir fikir olabilir.
Ne olur anneler. Tek bir hayatımız var, geçen zaman geri gelmiyor, kıymetini bilmek lazım.
Not: Bu arada şöyle güzel bir patlamış mısır yapıp ayaklarınızı uzatıp filmi keyifle izlemenizi öneririm. Hayatınızın içinden birçok şey bulabilirsiniz.
Sevgilerimle
Ahu