Gücümüz Bizde Kalsın
Hepimizin içinde bize özel bir güç var.
Bu aslında öyle bir güç ki, bize yaşam enerjisi veren, potansiyelimizi ortaya koymamızı ve istediğimiz şeyleri başarmamızı sağlayan bir güç.
Ama farkında olmadan bir çok zaman bu gücü hayatta ilerlemek ve mutlu olmak için kullanmak yerine, ziyan ediyoruz, tüketiyoruz.
Peki bunu en çok ne zaman yapıyoruz, biliyor musunuz?
Başka insanlara ve onların hayatlarına negatif anlamda odaklandığımız zaman. Bu zamanlar egomuzun en çok devreye girdiği ve kendimizden, özümüzden koptuğumuz anlar.
1. Başkalarına özendiğimiz zaman gücümüzü onlara veriyoruz.
Bir insanı takdir etmek ile ona özenmek arasında büyük fark var.
Bunu bana, 20’li yaşlarımda kendimi ve özgüvenimi bulmaya çalışırken bana NLP teknikleriyle çok yardımcı olan Psikolog Adalet Bağdu öğretmişti. Ne zaman birisinin hayatına, başarısına, görünüşüne bakıp keşke bende de olsaydı diye düşünürsem, elimle hafifçe ağzıma vurup, o insanda takdir ettiğim şeyleri düşünmemi istedi.
Mesela, birisinin fit vücuduna mı özendiniz? Bu bakış açısını hemen örneğin “keşke benim de böyle vücudum olsaydı”dan, “düzenli spor yapması çok takdir edilecek birşey” şeklinde değiştirmek, size kontrol veriyor. Çünkü siz de sağlıklı beslenip, düzenli spor yaptığınız takdirde fit bir vücuda sahip olacağınızı görüyorsunuz, gücünüz size geri dönüyor.
Ben yıllar içinde, özellikle koçluk eğitimlerine başlamamla beraber, kendi içimde çok büyük değişimler yaşadım. İyi bir koçluk eğitiminin en önemli yönü, eğitim sürecinde, sizin kendinizle ve özünüzle dönüp, sahip olmadığınız veya olmadığınız düşündüğünüz şeylerden uzaklaşıp, kendi öz değerleriniz, güçlü yönleriniz, yetenekleriniz, başarılarınız, zevkleriniz, ihtiyaçlarınız yani kısaca sizi siz yapan herşeyle bağınızı kuvvetlendirmek. Adalet Abla’nın deyimiyle “kendinize doğru yürümek”.
Kendinize doğru yürüyüp, kendinize ulaştığınız noktada artık “başkaları” geri planda kalıyor, “gücünüz” de size. Başkalarına bakışınız sadece takdir boyutunda kalıyor, ki bu da oldukça sağlıklı bir bakış açısı.
2. Sürekli başkalarını memnun etmeye çalıştığımız zaman gücümüzü onlara veriyoruz.
Sürekli başkalarını memnun ederek yaşamaya çalışmak aslında başkalarının hayatını yaşamak demek.
Peki ya bizim hayatımız? Kabul edelim, ne yaparsak yapalım, herkesi memnun etmek mümkün değil. Öyle yapsanız bir türlü, böyle yapsanız bir türlü. Mutlaka hayal kırıklığına uğrattığımız, bizi sevmeyen veya bizi eleştiren insanlar her zaman olacak.
Gücümüzü en çok kaybettiğimiz zamanlar, başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünü çok fazla önemsediğimiz zamanlar.
Ama sürekli memnun etmeye çalışarak ve kendimizi sevdirmeye çalışarak yaşamaya çalışmak o kadar yorucu ki, akıntıya karşı kürek çekmek gibi. “Ne yapsam yaranamıyorum” sözü boşuna çıkmamış.
Hadi gelin bir değişiklik yapalım hayatımızda ve artık gücümüzü kendimizi memnun etmeye kullanmaya başlayalım.
Biz kendimizi bildikten sonra, başkalarının ne düşündüğü çok da önemli değil, zaten kontrolümüz dışı. Kontrolümüz dahilinde olan tek şey, bizim kendi doğru bildiğimiz ve inandığımız yolda ilerlemek. Zor bir yol evet, ama özgür olduğunuz tek yol bu, denemeye değer.
3. Başkaları hakkında dedikodu yaptığımız zaman gücümüzü onlara veriyoruz.
Biraz sert ama güzel bir laf vardır “Büyük beyinler fikirleri, ortalama beyinler olayları, küçük beyinler insanları konuşur” diye.
Başkalarını eleştirmek, bize kendimizi iyi hissettiriyor, en azından biz öyle sanıyoruz. Halbuki başka insanlar hakkında konuştuğumuz zaman tek yaptığımız kendi değerli zamanımızı harcamak.
O zamanı hayatımızı daha iyiye götürecek fikirler üzerinde konuşarak geçirsek, gücümüz biz de kalacak, kendimizi gerçekten daha iyi hissetmekle kalmayacağız, aynı zamanda da harekete geçiyor olacağız.
4. Kendimizi sürekli başkalarıyla mukayese ettiğimiz zaman gücümüzü onlara veriyoruz.
Kendimizi, çocuğumuzu, hayatımızı başkalarınınkiyle mukayese etmek doğal bir içgüdü, refleks belki de.
Yeni tanışan iki kişiyi düşünün. Sohbetin ilk bölümü çaktırmadan birbirimizle ilgili bilgi toplamak ve biz buna göre neredeyiz, bunun değerlendirmesini yapmak.
Bu bilinçaltı değerlendirme sonucunda ya bulunduğumuz yerden memnun oluyoruz, kendimizi iyi hissediyoruz, ya da memnun olmuyoruz ve rekabete başlıyoruz.
Bunlar hiç farkında olmadan yaptığımız, ama gücümüzü elimizden alan şeyler.
Maalesef kadınlarda ama özellikle annelikde bu çok daha yoğun, çünkü bugün kadınların üzerinde, medyanın da etkisiyle “mükemmel kadın, süper anne” rolünü oynamaları için gözle görülmez büyük bir baskı var.
Çıta o kadar yüksek ki, ister istemez bununla beraber rekabet geliyor. Tabii bundan ne büyük darbeyi aslında çocuklarımız alıyor.
Özellikle okul dışı aktiviteler konusunda, proje çocuk haline gelerek. Aileler şöförlük yapmaktan perişan, çocuklar oradan oraya koşturmaktan.
Halbuki her insanın ve her ailenin kendi değerleri, kendi doğruları var, daha doğrusu olmalı. Kendi hayatımızı başkalarının hayatlarına bakarak düzenlemeye başladığımız zaman, maddi ve manevi baskılar ve stresler kaçınılmaz oluyor. Yine gücümüzü tüketmeye başlıyoruz.
Ne zaman ki insan, ebeveyn ve aile olarak kendi özümüze, kim olduğumuza ve bizim için neyin önemli olduğuna bakıyoruz, buna göre seçimler yapıyoruz, rekabeti bırakıp kendi işimize bakıyoruz, o zaman gücümüz bizde kalıyor.
5. Başkalarının bizim ihtiyaçlarımızı karşılamasını beklediğimiz zaman gücümüzü onlara veriyoruz.
Bunun özellikle biz kadınlar için daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Çocukluğumuzdan beri ihtiyaçlarımızı direkt olarak ifade etmeye ve istemeye çok alışık olarak yetiştirilmediğimiz için, yetişkin hayatımızda da ihtiyaçlarımızı direkt olarak ifade etmek çok zor geliyor.
İstiyoruz ki, insanlar biz birşey söylemeye gerek kalmadan aklımızı okusun ve ihtiyaçlarımızı karşılasın. Özellikle eşimiz ve çocuklarımızla olan ilişkilerimizde.
O zaman da sürekli beklenti içinde oluyoruz, bekle de bekle…Olmayınca hayal kırıklığı, acısını başka şeylerden çıkartma.
Başkalarımızın duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamasını beklediğimiz zaman mutluluğumuzun kontrolünü onlara vermiş oluyoruz. Güç onlara geçiyor.
Ne zaman, nerede okudum hatırlamıyorum ama hayatıma bakış açımı değiştiren an “İhtiyaçlarınızı karşılamaktan ve kendinizi mutlu etmekten siz sorumlusunuz” sözünü okuduğum an olmuştu.
Bu biraz aslında tokat gibi gelmişti bana, çünkü çok korkutmuştu beni.
Korkutmuştu beni çünkü içten içe “Nasıl yani, kendimi mutlu etmekten ben mi sorumluyum, artık mutsuz olduğum anlarda bahaneler bulup başkalarını suçlayamayacak, hiç şikayet edemeyecek miyim?” düşünceleriyle artık yolcu koltuğunda kalkıp, sürücü koltuğuna geçme zamanım olduğunu anlamıştım.
Sürücü koltuğunda olmak demek de ihtiyaçlarımı direkt olarak dile getirebilmek demekti.
Başta çok zordu, çünkü dilim de, ben de alışık değildik. Ama zamanla kolaylaştı, ikimiz de alıştık.
Yalnız kalmaya mı ihtiyacım var? Söylüyorum.
Romatizme mi ihtiyacım var? Söylüyorum.
Desteğe mi ihtiyacım var? Söylüyorum.
Sessizliğe mi ihtiyacım var? Söylüyorum.
Uykuya mı ihtiyacım var? Söylüyorum.
O an birinin bana sarılmasına mı ihtiyacım var? Söylüyorum.
Bazen şöyle düşünüyoruz “Ben söyledikten sonra ne kıymeti var ki?”
Var.
Hem de çok.
Karşımızdaki insanın aklımızı okumaya çalışması kadar yorucu bir şey yok, bu da bizim için birşeyler yapma motivasyonlarını azaltıyor.
İhtiyaçlarımızı sakin ve sevgi dolu bir dille anlatmak, karşımızdaki insanın üzerindeki baskıyı azaltıyor ve bizi mutlu etmesi kolaylaşıyor.
Peki, söyledik? Olmadı, ihtiyacımız karşılanmadı.
Bunu da halletmenin yolları var tabii ama başka yazı konusu. Neticede her zaman ilk adım istemek, sormak veya söylemek. Bunu yapmadığımız zaman baştan kaybediyoruz.
6. Başkalarını değiştirmeye çalıştığımız zaman gücümüzü onlara veriyoruz.
İnsanoğlunun belki de en büyük yanılgısı bu “Başkalarını değiştirebileceğini düşünmesi”.
Eşimizi, çocuğumuzu, kayınvalidemizi, müdürümüzü, arkadaşlarımızı yani daha mutlu bir hayat için kendimiz dışında herkesi değiştirmeye çalışarak geçiyor hayatımız.
Halbuki tek değiştirebileceğimiz kişi biziz. Ve işin enteresan tarafı biz değiştikçe etrafımıza da değişim için ilham veriyoruz.
Kayınvalidenizin sizi daha fazla mı takdir etmesini istiyorsunuz? Siz onu daha fazla takdir etmeye başlayın.
Çocuğunuzun sizi daha çok dinlemesini mi istiyorsunuz? Siz onu daha iyi dinlemeye başlayın.
Eşinizin kendine daha iyi bakmasını mı istiyorsunuz? Siz kendinize daha iyi bakmaya başlayın, mesela spora gidin.
Gücünüzü kendi yaşam becerilerinizi geliştirmek için harcayın, başkalarını değiştirmeye çalışmak için değil. Bir bakarsınız o kişiye de ilham verirsiniz, değişmeye başlar, belli olmaz.
Sonuç
Başkalarına odaklanmak yerine kendimize ve kendi ailemize odaklanmak önemli.
Kendimize odaklanmak bencil olmak anlamına gelmiyor.
Tam tersi, kendimize pozitif olarak odaklanmak, hayatımızdan daha çok tatmin duygusu almamıza ve gücümüzü bize gerçekten ihtiyacı olan insanlar için kullanmamıza vesile oluyor.
Sizi tekrar şu cümleyle bırakmak istiyorum;
Kendimizi mutlu etmekten önce biz sorumluyuz.
Biz kendi kendimizle mutlu olduğumuz sürece ancak başkaları bizi mutlu edebilir.
Sevgilerimle
Ahu