Ben Bunu Nasıl Düşünemedim?
2013 yılı Eylül ayından bir hikaye…
Erin ve Maya, ilkokul 3. sınıfa yeni bir okulda ve ayrı sınıflarda başlıyorlar. Yeni okulun evimize yürüme mesafesinde ve bazı komşularımızın da çocuklarının gittiği bir okul olması, serbest kıyafet olması, kendilerinin de istekli olması gibi hafifletici sebepler olunca bu geçişe fikir olarak alışmaları pek zor olmadı.
Gerçi Erin kendisi de istiyor olmasına rağmen kesin kayıt yaptırdığımız gün ağladı ve morali bozuldu arkadaşlarından ayrılacağı için ama uzun sürmedi. Zaten 2. sınıfta okul bitmeden önce bu değişiklik belli olmuştu ve bütün yaz boyunca da iyice sindirme şansları oldu. Hatta Maya haftalardır okulun açılmasını sabırsızlıkla bekliyordu.
Erin de her ne kadar yaz tatilinin sonsuza kadar devam etmesini istese de, okulun ilk günü giyeceği kıyafetlerini, hatta saç modelini bile planlamıştı. Ben de içimden “Oh ne güzel” bu yeni okula geçiş meselesini ancak bu kadar keyifli atlatabilirdik diye düşünüyordum.
Fakat gel gelelim, okulun açılacağı günden bir önceki gün yani Pazar günü Erin ile ilgili işin seyri değişti. Ama ne biz, ne de kendisi onun içinde yaşadıklarının farkında değildik.
Pazar bütün günü arkadaşlarıyla oyun oynayarak geçirdiler. Babaanne ve dedemiz akşam yemeğine bize gelmişlerdi ve akşam saat 8’de hala sokakta oynuyorlardı. Yemek için içeri çağırdığımda diğer arkadaşları hala oynuyorlardı ve Erin girmek istemedi. İkinci kere söylediğimde surat bir karış içeri girdi ve yemekten sonra tekrar çıkıp oynamak istediğini söyledi.
Baktım tepkileri normalden daha yoğun, hemen klasik duygu koçluğu adımlarımı uyguladım:
1. Gözlemini paylaş (Anlaşıldığını hissettsin)
“Erin’cim dışarda kalıp arkadaşlarınla oyun oynamaya devam etmek istiyorsun, öyle mi?”
“Evet!!!!!!”
2. Duygularını onayla (Her türlü duygusunun kabul olduğunu hissetsin)
“Şu an herkes dışarıdayken oyununu bırakıp içeri girmek seni üzüyor biliyorum”
“Evet ben dışarıda oynamak istiyorum!!!!!!”
3. Beklentini söyle ve hemen ardından birkaç seçenek veya bir umut ışığı ver (Sınırları korurken, onu da eli boş bırakmamaya çalış)
“Anlıyorum. Şu anda babaanne ve dede evimizde misafir, sofrada bizi bekliyorlar, şimdi yemek yiyeceğiz. Yarın sabah da okulun ilk günü, o yüzden yemekten sonra yatmaya hazırlanıp ister yatağında uyuyabilirsin, istersen de kitap okuyabilirsin. Yarın okuldan geldikten sonra da, önümüzdeki haftasonu da bol bol oynayabilirsin yine sokakta”
“Ama okul açılıyor, herkesin ödevi olacak, çok az oynayacak vakit olacak annneee!!!”
Bu noktada ısrar devam edince, sınırımı çok net tekrar çizip, ona iki seçenek verdim.
Çünkü sofrada onu zorla gülümseterek oturtmaya çalışmak, duygularını inkar etmek olur, o zaman sırf başkalarına yaranmak veya insanlardan ters tepki almamak için duygularını saklamayı öğrenir ki bunu hiç istemem.
Ama diğer yandan içinde bulunduğu ortama uymasını ve diğer insanların keyifli bir şekilde sofrada yemek yeme ihtiyacına da saygı göstermeyi öğrenmesini isterim.
“Anlıyorum kızım, ama daha fazla babaanne ve dedeyi sofrada bekletmek istemiyorum, şu anda sofraya gidiyorum. Yemek yemek istemiyorsan gel babaanne ve dedeye moralinin bozuk olduğunu ve yatmak istediğini söyle iyi geceler dile ve odana git, ya da gel sofraya otur ve yemeğini ye, istersen sıkıntılarını herkesle paylaş, sohbet edelim, senin kararın”.
“Sofraya geliyorum” (hala surat asık)
Normalde bu adımda sakinleşmiş ve bir orta yol veya ortak çözüm bulmuş oluruz ve hayat devam eder ama bu sefer farklıydı. İsteksiz ve surat asık bir şekilde geldi sofraya oturdu, yemeğini yerken gözünde yaşlar vardı ve başı öne eğikti. Tek kelime yok.
Tabii babaanne ve dede üzüldü, huzursuz oldu. Ben de huzursuz oldum çünkü olaylar biz de genelde böyle uzamaz, anlayamadım gerçekten neler olup bittiğini.
Erin’i içeri herkesden uzak bir köşeye aldım (bana göre böyle durumlarda herkesin önünde değil, başbaşa ve özel bir yerde konuşmak daha iyi sonuç veriyor).
“Erin’cim, neler oluyor, seni sıkan üzen başka birşeyler mi var, anlatmak ister misin?” dedim.
Göz yaşları boşaldı, sarıldım, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bize kızgın değil arkadaşına kızgın olduğunu, onun yüzünden son tur saklambaçını oynayamadığını, babaanne ve dedenin getirdiği hediyelerden Maya’nınkinin resimli olduğu için daha güzel olduğu ve şu an tam hatırlayamadığım ilgili ve ilgisiz bir sürü şey saydı.
Çok da yorgundu, gözlerini ovuşturuyordu. Belli ki çok uykulu ve iriteydi, mantığını kullanması mümkün olmayacaktı, o yüzden benim de ona uzun uzun her dediğine karşı mantıklı açıklamalar yapmaya çalışmamın bir anlamı yoktu, hatta biliyordum ki daha da çok sinirlenirdi. Tek çözüm bir an önce yatıp uyumasıydı.
“Anlıyorum kızım, şu an birçok şey seni üzüyor, zor bir akşam. Şimdi yatma vakti, hazır olduğunda yanıma gel saçlarını örelim (okulun ilk günü saçlarının dalgalı olmasını istiyordu)”.
Yatmaya hazırlandı, saçlarını ördük, yatağına girdi, babaanne odasına gitti, onlar sohbet ederken ben de yemeğime döndüm.
Fakat içimde bir huzursuzluk.
Kızımı tanırım, tabii ki diğer zamanlarda da tepki verdiği, pazarlık ettiği ve itiraz ettiği şeyler olur, ama böyle pek uzamaz olaylar ve duygular bu yoğunlukta olmaz, genelde yukarıda bahsettiğim 3 adımda çabucak çözeriz.
O anda jeton düştü ve bu çocuk yarın yeni bir okula başlıyor, kardeşiyle sınıfları ayrılıyor, stresli ve endişeli olabilir, muhtemelen o da farkında değil, ben bunu nasıl düşünemedim dedim.
Heyecanla okulun ilk günü için kıyafetini ve saçını planlıyor olması, sokakta arkadaşlarıyla güle oynuyor olması beni tamamıyle bu ihtimalden uzaklaştırmıştı. Hemen odasına yanına gittim.
Işık kapalı ve yatağındaydı ama moralsiz, bitkin ve sakindi. Yatağına oturdum, saçını okşadım ve dedim ki, “Erin’cim, yarın yeni bir okula başlıyorsun, nasıl hissediyorsun, endişelerin veya seni heyecanlandıran şeyler var mı?”
“Endişelerim var” dedi. Neler olduğunu sorduğumda saymaya başladı.
- Ya küpe takmama veya dolabımı süslememe izin vermezlerse
- Ya yanlış birşey yaparsam, insanlar benimle alay ederse, eski okulumda üzerime su döktüğümde olmuştu mesela
- Dersler, ödevler olacak, oyuna az zaman kalacak
- Ya sınıfta istediğim kişinin yanında oturamazsam
- Eski okulumda tavşanlar vardı, burada hiç hayvan yok
- Eski okulumun bahçesinde oynayacak bir sürü şey vardı, burada birşey yok
gibi kendince önemli olan birçok şey saydı.
Duygusal zeka ve duygu koçluğu üzerinde çok araştırma yaptığım için ve uygulamalarımda çok olumlu etkilerini gördüğüm için, böyle durumlarda kişinin onun için çözüm üretilmesi veya endişesinin giderilmeye çalışması değil, sadece duyulmaya, dinlenmeye ve duygularının onaylanmasına ihtiyacı olduğunu biliyordum.
“Aman Erin’cim bunun için de endişe edilir mi, abartıyorsun” diyerek onun duygularını inkar etmek veya “Yarın öğretmeninle konuşurum ben istediğin kişinin yanına oturursun merak sen üzülme” diyerek onun için çözümler üretmeye çalışmak yerine, sadece onu dinledim, kendimi onun yaşına ve yerine koydum, ve sadece onayladım. O kadar.
“Küpe takmayı çok seviyorsun değil mi?”
“Evet okul döneminde yaz tatilinden daha az oyun vakti oluyor, haklısın”
“Ben öğrenciyken benimle de alay eden çocuklar olurdu bazen”
“Umarım dolabını süslemene izin verirler, seçtiğin yapıştırmalar çok güzel”
“Ben de merak ediyorum, bakalım Ece’nin yanına oturmana izin verecek mi öğretmen?”
“Evet, eski okulundaki tavşanlar gerçekten çok tatlıydı, isimleri neydi?”
“Yeni okul, yeni insanlar, kim olsa endişelenir çok normal. Ben de her yeni işe başladığımın ilk günü hep heyecanlı ama gergin olurdum”
İnanın, çocuğunuzun duygularını inkar etmek veya onun adına çözümler bulmaya çalışmak yerine, kendinizi onun yerine koyup onu dinlemek ve duygularını onaylamak, hem çocuğun duygu dünyasında hem de sizinle olan iletişiminde bir sihir yaratır.
O noktadan sonra zaten çocuk kendi çözümlerini çoğu zaman bulacaktır.
5-10 dakika içinde Erin konuştukça üzerindeki yağmur bulutları kalktı, aklındakileri anlattıkça sohbet daha pozitif bir yöne kaymaya başladı.
Eski okulundaki tavşanların kulaklarını ve ne kadar tatlı olduklarını anlatmaya daldı bir süre.
Sonra birden bire, benden yapıştırmalarını çantasına koymamı, sevdiği yerleri kaşımamı ve uyku müziğini açmamı istedi.
Herhalde kendini kötü hissetmiş olacak ki, gidip babaanne ve dedesini öpüp iyi geceler dilemek istedi. Herkese tek tek sarıldı, hafiflemişti, yüzü gülüyordu ve keyifli bir şekilde yatağına gitti. Tabii ben de hafifledim ve rahatladım.
Sonra aklıma Maya geldi. Hiç böyle tepkiler vermemiş olması, onun da benzer endişeleri olmadığı anlamına gelmez. Yanına gidip aynı süreci onunla uyguladım. O da kendince bir iki endişe söyledi ama o daha çok pozitif yönde heyecanlıydı, hatta heyecandan uyuyamıyordu. Ona da uyku müziğini açtık ve bir süre sonra ikisi de uyumuştu.
Tabii tüm bunlar olurken uyumaları gereken saat çoktan geçmişti ve sabah biraz uykusuz uyandılar ama özellikle Erin’de, dün geceki stresli halinin yerini heyecanlı bir hazırlık telaşı almıştı. Kıyafeti, saçları derken ilk o hazırlanmıştı.
Ama belli ki yine de bir tarafında hafif bir endişe olsa gerek, bir ara yanıma gelip “Anne benim ateşim var mı bir bakar mısın, biraz da boğazım ağrıyor, galiba bugün okula gidemeyeceğim” dedi.
Ben de sadece “Şu anda ateşin yok, ama eğer okulda çıkarsa merak etme ararlar hemen gelip alırım” dedim, tamam dedi gitti.
Kahvaltılar edildi, çantalar alındı ve okulun yolu tutuldu. Okulun kapısından girdiğimizde haliyle ilk gün kalabalığı ve kaosu, Erin bana gülümseyerek “Anne korkuyorum” dedi.
Ben de ona gülümsedim ve “Şu an sana herşey yeni, korkuyor olman çok normal, kim olsa biraz korkar dedim” ve göz kırptım, sınıfa doğru ilerlemeye devam ettik.
Çünkü “Korkabilirsin çok normal” ile “Korkacak birşey yok” demek arasındaki farkı çok iyi biliyorum.
“Korkacak birşey yok”un verdiği mesaj: Senin duygun gerçek değil ve bu duyguyu yaşamıyor olman gerekiyor, sen de bir terslik var.
“Korkabilirsin çok normal”in verdiği mesaj: Böyle bir durumda herkes korkabilir, sen de bir terslik yok, korku herkeste olan doğal bir duygudur.
Hakikaten de korku, hepimizin beyninde olan amigdala dediğimiz bir merkezde oluşan insanoğlunun en temel ve doğal duygusudur.
Amigdala sık sık beynimizde çeşitli senaryolar yaratarak bizim birçok konuda endişelenmemizi sağlar. Korku ve endişe anlarımız beynimizin o bölgesinde çıkan yangın gibidir.
İlginçtir ki, yangını söndürmenin en etkili yolu, amigdalanın yarattığı korku, endişe ve kaygı duygularının onaylanmasıdır.
O yüzden çocuğumuz veya bir başkası bizimle bir duygusunu paylaştığı zaman bize saçma gelse bile, onu inkar etmek yerine, kendimizi onun yerine koyarak anlamaya çalışıp onaylamak kaygıları azaltmak ve uyumu arttırmak için bire birdir.
Ama karşımızdakinin duygularını onaylamak demek, illa ki davranışlarını da onaylamak anlamına gelmiyor.
Erin’in sokakta oynayamadığı için neden üzgün ve kızgın olduğunu anlayıp onaylamam demek, illa sokağa çıkmasına müsade etmem anlamına gelmiyor.
Veya okula girerken ki korkusunu onaylamam demek, okula gitmemesine müsade edeceğim anlamına gelmiyor.
Ama zaten anlaşıldığını hisseden çocuk, kendini daha güvende hissediyor ve davranışlarında genelde daha uyumlu ve işbirlikçi oluyor.
Siz bunu kendi kendinize de yapabilirsiniz.
Örneğin çocuğunuza çok kızgınsanız, kendi kendinize şu anda çok kızgınım, beynimin içinde veya vücudumun şuralarında hissedebiliyorum dediğiniz anda amigdaladaki yangın sönmeye başlar, korteksi devreye alıp daha mantıklı düşünmeye başlayabilirsiniz.
Hani nasıl “her duygu kabuldür ama her davranış değil” prensibini anlattım yukarıda biraz önce, biz yetişkinler için de aynı şey geçerli. Çocuğumuza herhangi bir konuda kızgın hissedebiliriz, son derece normal ama bu ona bağırmamız veya vurmamızın kabul edilebilir bir davranış olduğu anlamına gelmiyor. Ama bu başlı başına bir seminer veya kitap konusu şimdi çok dalmayalım.
Sonuçta, sınıflara geldik, öğretmenlerine teslim ettik, sıralarına oturdular.
Sonra arkadaşlarıyla tanışma ve muhabbet başladı. Biz de öpüştük, koklaştık ve okuldan ayrıldık. Açıkçası bundan sonrası ile ilgili pek bir problem beklemiyorum. Çok ülke ve okul değiştirdikleri için zaten yeni ortamlara uyumda adaptasyonları yüksek. Onlar bu yeni ortama ve düzene iyice alışırken sıkıntılar olursa da, bol bol duygu koçluğu yaparak halledeceğimizi tahmin ediyorum.
Ama tüm bunlar yaşanırken kendi kendime tekrar hatırlattığım en önemli şey şu oldu;
Çocukların çok yoğun yaşadığı duyguların altında, çoğu zaman onların bile farkında olmadığı başka sebepler olabilir.
Çocuğa şımarık, kaprisli, problemli vb. etiketler yapıştırmak yerine büyük resme bakıp, acaba bu davranışın arkasında benim gördüğümün dışında ne olabilir diye biraz dedektiflik yapmanın zararı değil, hem çocuğun duygusal zekasının gelişmesi açısından, hem de problemlerin daha kalıcı bir şekilde çözülmesi açısından çok faydası olacağına inanıyorum.
Arkasında ne olduğunu her zaman anlamak mümkün olmayabiliyor.
Ama sadece duygularını ve içinde yaşadıklarını anlatması için ona güvenli ve sevgi dolu bir ortam sağlayarak bile, farkında olmadan onu sıkan şeyi kendi kendine halledebilmesine yardımcı olmuş oluyoruz.
Çocuğunuza Bakış Şekliniz, Onun Davranış Şeklini Belirler yazım da yine çocuğunuzun neyi neden yaptığı ve iç dünyasında neler olup bittiği ile ilgili keyifli bir yazı, göz atmanızı öneririm.
Sevgilerimle
Ahu